Bu ay bize multidisipliner yaklaşım sunan alan hukuk olacak. Yazı dizisi bunu Osmanlı Devleti özelinde ele aldığı için de fıkıh, İslam hukuku üzerinden bir bakış açısı sunuyor. Ölümcül Alışkanlıklar: Erken Modern Osmanlı Toplumunda Livata, Hukuk ve Cemaat ilişkileri yazısı severek takip ettiğim 5harfliler sitesinden.
Yazı litava yani anal ilişkinin dönemin toplumunda ve hukukunda nasıl bir yorumlama sürecinden geçtiğini ele alıyor. Cinsel yönelim kimliğinin var olmadığı bir dönemde, livata daha somut bir eylem üzerinden anlam buluyor. Yazar amacını, Osmanlı döneminde yaşanmış ve bitmiş bazı toplumsal pratikleri anlamak değil; daha çok bir alışkanlık olarak livata eyleminin bugünkü Türkiye toplumundaki eşcinsellik algılarına dair verebileceği ipuçlarını yakalamak olarak ifade ediyor.
Yazı livatanın İslam hukukuna giriş sürecinden bahsediyor. Ancak dönemin fıkıh alimleri açısından şuan eşcinsel kavramından anladığımız boyutta bir tabir veya tartışma yok. Ebu Hanife, Kur'an'da dine karşı işlenen bir suç olarak belirtilmediği için livatayı hadd cesası gerektiren bir eylem olarak tanımlamıyor. Hatta doğumla sonuçlanmayacağı için olası bir çocuğun soyuna dair bir karmaşaya da mahal veriyor. Ta'zir cezası denilen bireyi toplumsal normlara uymaya sevk eden uygulamayı öneriyor. Ebu Malik hadislerle ilgili yazımda geçen, sahih olmadığı ıspatlanmış bir hadisten referansla hadd kategorisine alıyor.
Yazar fıkıh ilminin ilahiyattan ayrılan noktalarına değinerek devam eder. Bu kısım kendi içindeki prensip ve sınırlılıkları anlayabilmek açısından önemlidir. Nitekim Lut kavminin davranışlarından sadece biri olan bir ‘cinsel eylem’ biçimi olarak livata’ya Kuran’da herhangi bir ceza öngörülmemiş. O yüzden de bir ceza kategorisi arayışı söz konusu.
Devam yazısında, fıkıhın dünyevi olanla kendini sınırlama sürecinde bahsediyor. Böyle bir durumda haklar meselesi de devreye giriyor. Kul Hakkı sınıflandırması insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kuralların bütününe işaret ederken, Allah Hakkı kamusal düzenin oluşturulabilmesi için siyasal otoriteye hukuksal yaptırım yetkisi tanıyor. Kamusal düzeni sağlamaya yönelik ta'zir cezası türünde, hangi suçlara uygulanacağına yönelik ilahi bir referans yok. Bu da otoritenin inisiyatifine kalıyor.
İslam hukukçuları livatayı suç olarak görüyor ancak cezası konusunda uzlaşamıyorlar çünkü ortada ilahi bir hüküm yok. (Ki suç olarak görülmesinin kendisinde ataerkil perspektifin olması aşikar.) Konu ideal toplum fikrine ulaşmaya yönelik ele alınıyor. Böyle olunca da livatanın faili aslında cinsel bir kimlikten ziyade; düzen bozan, isyankar olarak tanım buluyor.
Yazı devamında fakihlerin cinsel arzuya yönelik anlayışlarıyla devam ediyor. Burada daha organ temelli bir yaklaşım dikkati çekiyor. Bu doğal olan / olmayan üzerinden değil, arzunun yasalarla dizginlenmesi üzerinden yapılıyor. Livata örneği özelinde yapılan düzenlemelerin daha dünyasal bir çerçeveden yapıldığı görülüyor. Bu yazıları hukukun özellikle yönetenlerin anlam dünyasıyla bir aradalığını göstermesi açısından anlamlı ve kıymetli buluyorum. Aslında yazarın bir yazısı daha var fakat çok bilgi yok bilgidir. Bugünlük bu kadar olsun.