30 Ocak 2021 Cumartesi

Fatma Mernissi'nin Peçe ve Erkek Elitler Kitabı Üzerine


Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=ARSyIlZKgeY

Youtube'taki Türkçe karakter sorunu sebebiyle buraya da ekledim. 

 

10 Ocak 2021 Pazar

Soul Filmi

        Bu ay ilham veren içeriklere tekamül yolcuğunda 2 ruhun hikayesini konu alan Soul filmiyle devam ediyorum. Basit bir konu girizgahından sonra, spoiler uyarısı vererek , izlendikten sonra okunduğunda daha anlamlı olacak bir fikir yazısına geçeceğim.

        Bir orta okulda müzik öğretmeni olan Joe'nun en büyük hayali kendi müziğini yapmaktır. Fakat bu hayaline kavuşamadan ahirete intikal eder. Dünyaya geri dönme çabalarıyla olaylar gelişir. 


----------------------------------------------------------spoiler-----------------------------------------------------------

        Film oldukça soyut kavramlar üzerinden ilerlemekte. Hayatın anlamı ve ilham verecek pırıltıyı bulmak merkezi bir noktada yer alıyor. Bu ilham veren pırıltıyı, dünyada kalbi bir yerden bağlantı kurulabilen herhangi bir şey olarak yorumladım. 22 karakteri bu parıltıya sahip değilken, Joe'nun da  amacına ulaştığında hayatına dair bir anlam krizine girdiğini görüyoruz. Film boyunca sanki akıl ve kalbin sürecine şahitlik ediyoruz. 

        Karakterler özelinde 22,  düşüncelerinde oldukça boğulan, depresif bir ruhu çok başarılı temsil ediyor. Sahip olduğu potansiyeli olumluya dönüştürmesiyse ancak dünyevi deneyimleriyle mümkün oluyor. Her ne kadar yardımcı karakter gibi gözükse de, taraflar ancak güçlü bir sağduyu ve empatiyle birbirlerine ayna olarak algılarını dönüştürebiliyorlar.

        Joe için hayatında bir parıltısı olsa da, film boyunca insan ilişkilerinde (berber sahnesi) ve iletişimde eksik yanları olduğunu görüyoruz. Bir yere kadar da oldukça bencilce bir hal içerisinde. Müziği hayatının merkezine koyarak dünyanın geri kalanıyla pek de bağlantı kurmamış gibi gözüküyor. Yani iki karakterde de bütünselliğe dair bir eksik söz konusu. 

        Filmdeki ölüm ötesi dünya tezahürünün nörtlüğü oldukça etkileyiciydi. Herşeyin tabî olduğu bir akış var ve huzurlu bir şekilde ilerliyor. Joe ve 22'nin bu huzurun dışında kalan egosal halleri oldukça kendini belli ediyor. Ama ne olursa olsun her arayış O'nun ışığıyla aydınlanıyor. 

        Küçük yaşta izleyicilerin anlamada zorluk çekeceğini düşündüğüm film, yetişkinler için güzel bir varoluşsal yolculuk imkanı sunuyor. Özellikle ölümötesi alana ait mekan ve karakter görselleştirmeleri de oldukça etkileyici. Akıl ve kalbi harmanlama ilhamını derinden hissettiren filmden umarım siz de keyif alırsınız. İzlenimlerinizi yorumlara bekliyorum. 

19 Aralık 2020 Cumartesi

Multidisipliner Yaklaşımlar - 4

        Bu ay bize multidisipliner yaklaşım sunan alan hukuk olacak. Yazı dizisi bunu Osmanlı Devleti özelinde ele aldığı için de fıkıh, İslam hukuku üzerinden bir bakış açısı sunuyor. Ölümcül Alışkanlıklar: Erken Modern Osmanlı Toplumunda Livata, Hukuk ve Cemaat ilişkileri yazısı severek takip ettiğim 5harfliler sitesinden. 

        Yazı litava yani anal ilişkinin dönemin toplumunda ve hukukunda nasıl bir yorumlama sürecinden geçtiğini ele alıyor. Cinsel yönelim kimliğinin var olmadığı bir dönemde, livata daha somut bir eylem üzerinden anlam buluyor. Yazar amacını, Osmanlı döneminde yaşanmış ve bitmiş bazı toplumsal pratikleri anlamak değil; daha çok bir alışkanlık olarak livata eyleminin bugünkü Türkiye toplumundaki eşcinsellik algılarına dair verebileceği ipuçlarını yakalamak olarak ifade ediyor. 

       Yazı livatanın İslam hukukuna giriş sürecinden bahsediyor. Ancak dönemin fıkıh alimleri açısından şuan eşcinsel kavramından anladığımız boyutta bir tabir veya tartışma yok. Ebu Hanife, Kur'an'da dine karşı işlenen bir suç olarak belirtilmediği için livatayı hadd cesası gerektiren bir eylem olarak tanımlamıyor. Hatta doğumla sonuçlanmayacağı için olası bir çocuğun soyuna dair bir karmaşaya da mahal veriyor. Ta'zir cezası denilen bireyi toplumsal normlara uymaya sevk eden uygulamayı öneriyor. Ebu Malik hadislerle ilgili yazımda  geçen, sahih olmadığı ıspatlanmış bir hadisten referansla hadd kategorisine alıyor. 

        Yazar fıkıh ilminin ilahiyattan ayrılan noktalarına değinerek devam eder. Bu kısım kendi içindeki prensip ve sınırlılıkları anlayabilmek açısından önemlidir. Nitekim Lut kavminin davranışlarından sadece biri olan bir ‘cinsel eylem’ biçimi olarak livata’ya Kuran’da herhangi bir ceza öngörülmemiş.  O yüzden de bir ceza kategorisi arayışı söz konusu. 

       Devam yazısında, fıkıhın dünyevi olanla kendini sınırlama sürecinde bahsediyor. Böyle bir durumda haklar meselesi de devreye giriyor. Kul Hakkı sınıflandırması insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kuralların bütününe işaret ederken, Allah Hakkı kamusal düzenin oluşturulabilmesi için siyasal otoriteye hukuksal yaptırım yetkisi tanıyor. Kamusal düzeni sağlamaya yönelik ta'zir cezası türünde, hangi suçlara uygulanacağına yönelik ilahi bir referans yok. Bu da otoritenin inisiyatifine kalıyor. 

        İslam hukukçuları livatayı suç olarak görüyor ancak cezası konusunda uzlaşamıyorlar çünkü ortada ilahi bir hüküm yok. (Ki suç olarak görülmesinin kendisinde ataerkil perspektifin olması aşikar.) Konu ideal toplum fikrine ulaşmaya yönelik ele alınıyor. Böyle olunca da livatanın faili aslında cinsel bir kimlikten ziyade; düzen bozan, isyankar olarak tanım buluyor. 

        Yazı devamında fakihlerin cinsel arzuya yönelik anlayışlarıyla devam ediyor. Burada daha organ temelli bir yaklaşım dikkati çekiyor. Bu doğal olan / olmayan üzerinden değil, arzunun yasalarla dizginlenmesi üzerinden yapılıyor. Livata örneği özelinde yapılan düzenlemelerin daha dünyasal bir çerçeveden yapıldığı görülüyor. Bu yazıları hukukun özellikle yönetenlerin anlam dünyasıyla bir aradalığını göstermesi açısından anlamlı ve kıymetli buluyorum. Aslında yazarın bir yazısı daha var fakat çok bilgi yok bilgidir. Bugünlük bu kadar olsun. 

        

27 Kasım 2020 Cuma

Multidisipliner Yaklaşımlar - 3

        Bugünkü yazımın misafiri çok uzaklardan ve farklı bir disiplinden. Toshihiko Izutsu Japon bir dilbilim (linguistik)ci. Kendisiyle karşılaşmam Uzak doğu inançlarıyla ilgili okumalar yaptığım dönemde  Taoculuktaki Anahtar Kavramlar: İbn Arabi ile Lao-Tzu ve Cuang-Tzu'nun Mukayesesi kitabıyla oldu. Aslında ilk cildi tasavvuf üzerine olan bir serinin Taoizm üzerine ikinci cildi. Ders kitabı yoğunluğunda bir ağırlığa sahip ama anlaşılır bir dili var. Yazar, 1958'de Kur'an'ı Japoncaya çevirmiş, İslam felsefesi, tasavvuf, Kur'an'ın semantiği (anlambilim) üzerine çokça üretimde buluşmuş bir ilim insanı. 

        Önereceğim metin Toshihiko Izutsu'nun Kur'an-ı Kerim'i anlama ve yorumlama yöntemi üzerine bir makale. Makale özetinde geçen: "Izutsu'ya göre, Kur'an'ı doğru anlamak ve yorumlamak için öncelikle önyargısız ve objektif bir biçimde okunmalıdır. Kur'an insanların kendi doğrularını onaylayan bir noter olarak algılanmamalı, tam aksine, Kur'an'ın 'kendi doğruları kabul edilmelidir." cümlesi içeriğindeki kafa açıcılığa adeta bir davet niteliğinde. 

        Izutsu semantik bilimini Kur'an'a uygulayarak kelimelerin geçmişten gelen, Kur'an'ın içinde şekillenen anlamlarını incelemiş, sadece gramere dayalı yapılan çevirilerin de doğru sonuç vermeyeceğini belirtmiş. Bu yöntemdeki amacı da: Kur'an'ın kendi kavramlarını izah etmesini ve kendi adına konuşmasını sağlamak diyor. Makale Arap yarımadasında kelimelerin kullanışını tarihsel olarak incelemekle başlıyor. Ve bunlardaki farklı dünya tezahürlerine değiniyor. Kur'an'da vurgulanan Arapça bir Kur'an olma hususunu da: Dikkatleri Arapçaya çekrnek ve "Arapçayı bir lisan haline getiren temel veya köke dayanıldığında daha iyi anlaşılacağını ima etmek için olarak yorumluyor. Çünkü onun Arapça olduğunu vurgulamak, boşa olmadığını ispat etmektir. Güzel bir semantik slogan olabilecek: kelimelerin anlamları yoktur; kullanımları vardır alıntısı da paylaşılan içeriği tamamlıyor.

        Yazı semantik analiz yöntemini ve bunun Kur'an-ı Kerim gibi ilahi bir kitapta uygulanmasında gözetilecek titizlikleri açıklayan teknik bir içerikle devam ediyor. Bu kısımlarda detaylarda çok boğulmadan temel mantığı kavramanızın kâfi olacağı kanaatindeyim. Benim dikkatimi çeken kavramlardan bahsedecek olursam: Semantik alan, çeşitli kelimelerin ilişkileriyle oluşan bölgeleri ifade ediyor ve Kur'an'da da aynı kelime farklı semantik alanlarda olabiliyor. Kelimeleri kullandığımız esas manasın dışında izafi mana da kelimenin kökünden gelmeyen fakat ilişkilendiği metinle oluşan manayı ifade ediyor ve bunun örnekleri de mevcut. Ve en önemlilerinden bir kelimenin kökeni dair incelemeyi sağlayan etimoloji. 

        Son bölüm, Semantik yöntemin Kur'an'da uygulanmasındaki temel ilkeleri Kur'an'dan örneklerle açıklaması ve çeviride dikkat edilmesi gereken noktalarla bitiyor. Bu makale ilk okuduğumda benim için oldukça kafa açıcı ve önyargı yıkıcı olmuştu. Özellikle sağlıklı çeviriye erişim ve akla gelen ilk anlamla bir hükümde bulunmamak noktalarında. İlişkilendiğimiz kitabın ilahi bir metin olduğuna inanıyorsak, anlamını kolayca ele vermeden akıl ve mantıkla, zihnin sınırlarını genişlemeye zorlayarak hakikat yolculuğumuza ışık tutması çok daha anlamlı geliyor. Nitekim Dünya hayatının ve aklın sınırları içerisinde ancak yolda olmaya devam edebileceğiz. Semantik hassasiyet konusunda Türkçe olarak erişebildiğim Kur'an-ı Kerim'e İsmail Dinçer'in ücretsiz olarak da erişime açtığı kelime açılımlı Tevhid-i Kuran Meali adlı çalışmasıdır. Kendisinin Lût kavmiyle ilgili yazısı da mana dünyasının ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Umarım sizler için de feyz alacağınız bir makale olur. Yorumlarınızı ve sizde nasıl bir anlam dünyası yarattığını paylaşmanızı bekliyorum. Başka yazılarda görüşmek üzere. 

6 Kasım 2020 Cuma

Multidisipliner Yaklaşımlar - 2

    İkinci yazı Ezgi Sarıtaş'la tezi üzerine yapılan "Mahrem ve asayişsiz: Homoerotizm nasıl utanç verici oldu?" başlıklı röportaj. Bu linkten ulaşabilirsin.

    Röportaj, 19. yy.'la birlikte Osmanlı'ya batıdan sirayet eden erotizmin ve aşkın heteroseksüel ilişki için kurgulanmaya başlaması ve bunun norma dönüşmesi süreciyle başlıyor. Kendi okumalarımda da bundan önceki süreçlerde karşı cinsel ilişkinin konumlanmasının , ikili bir ilişkiden ziyade toplumsal bir zorunluluk ve vazife gibi gerçekleştiğinin bilgisini edinmiştim.

    Önceki paylaştığım yazıda da geçen homososyallik kavramını burada da görüyoruz. Yazar “Doğal ve normal olan zaten karma sosyalliktir, karma sosyalliğin olmadığı ortamda zorunluluktan erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla birlikte olmaya başlar” görüşünü heteronormatif olarak değerlendiriyor ki haklı. Cinsel yönelimin sadece sosyal koşullara indirgenmesi görüşü, günümüzde heterososyalliğin norm olduğu seküler batı toplumunda eşcinsel insanların olmamasını gerektirirdi ki böyle değil. 

    Batı medeniyetinin yargılayıcı ve etiketleyici dünya tezahürünün etkisinden Osmanlı'da uzun vadede nasibini alıyor. Roman türünde eserlerin artması ve romanın şiire göre gündelik hayatı yansıtan yanının daha güçlü olması ve matbaanın icadıyla kültürel karşılaşmaları toplumsal nezde arttırmış gibi gözüküyor.

    Yazarın utanca dair bakış açısında , utancı yaşatılan bir mağduriyetin ötesinde , ruhsal , toplumsal gelişimin bir parçası olarak algılayabilme alanını da görüyorum. Yönelimlerin ötesinde cinselliğe dair tabuların yıkılmasında lgbt+ kimlikler her zaman ön ayak oldu. Bu 2. Dünya Savaşı öncesi Almanya'sında da böyleydi. Utanç ve onur gibi kavramların okumasını politik bi yerin ötesinde, ruhsallığın bir parçası olarak yorumlamak bence de daha geniş bir bakış açısı sağlayacak. 

    Yazının devamından tepesinde sarayın bulunduğu erotopolitik bir hiyerarşiden örneklerle bahsediliyor. Ve bu meşruiyetin hiyerarşinin belli katmanlarındaki grupların isyanıyla kriminalize edilmesinden. Kurumsal elit kültürle, sarayla bağları kopunca Osmanlı entelektüelleri için de utanılacak bir şeye dönüşüyor. Burada da tarih sahnesine heteroseksüellik ve heteroerotizm olgusu giriyor. Mekan, kurum ve sosyalleşme alanlarındaki değişimlerle birlikte de homoerotik yakınlaşmaların meşruiyeti azalıyor.

    Aşk kavramı da bu dönüşümden nasibini alıyor. Hayatının aşkını bulmak, karşı cinsten bu aşk nesnesinin kişinin biricik aşkı olması ve onunla tek eşli bir birliktelik kurmak on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren egemen biçime dönüşüyor. Heteronormativite ağlarını örmeye başlıyor. Burada en dikkat çekici bulduğum nokta: Modern heteronormativitenin varsayımlarından birisi aşık olunan arzu nesnesinin cinsiyeti ile kendi özdeşleştiğin cinsiyetin birbirinden farklı olmasıdır. Erkeksi olanın kadınsı olanı arzuladığı ve zıtların birbirini çekmesinin doğal olduğunu varsayar. Aşk nesnesi ve öznesi birbirlerinin zıddı olmadığında anormalliğin başladığını söyler. Bu çok modern bir varsayım çünkü uzun yıllarca aşk anlamlandırılırken, “benzer, benzerini arar” ilkesi hakimdir. Ve bu düşünce de 19. yüzyılda birden ortadan kaybolmuyor. Devam ediyor. O yüzden de kadına yönelen arzunun; kadını arzulayan erkeği kadınsılaştıracağına dair de çok büyük bir korku yüzeye çıkıyor Tanzimat romanında. Bu alıntıda aslında ikili ilişkilerin , insan tezahürüyle ne kadar iç içe geçtiğini görüyoruz. Modernizm dünya algısındaki determinizmi ve kibiri belki de en yoğun yansıyan paradigmalardan biri olduğu için de geçer akçe olmaya bu kadar başarıyor.

18 Ekim 2020 Pazar

Multidisipliner Yaklaşımlar - 1

     Lgbti+ ve teoloji kesişimselliğinde ufkumu en çok açan noktalardan biri iyi bir kavrama için tarih, antropoloji, sosyoloji gibi bir çok disiplininin göz önünde bulundurulması gerekliliği olmuştu. Bu sebepler süreç içerisinde ilham aldığım ve vizyonumu geliştiren türkçe yazıların linkini paylaşarak, nacizane bende yarattığı çağrışımları da kaleme aldığım bir yazı dizisine başlıyorum. İlerleyen süreçte en azından 3 haftada 1 içerik üretmeye devam etmeyi düşünüyorum. 

İlk yazı:" Orta Doğu'nun Geçmişi ve LGBTİ: Günümüz Cinsellik Tasniflerinin Tarihselliği Üzerine" sunumuyla  Irvin Cemil Schick'a ait. Makaleye bu linkten ulaşabilirsiniz. Kendisiyle yapılmış bir röportaj da Kaosgl'nin sitesinde mevcut. Ama ben yazının devamında sunumu referans alacağım. 

Yazı özünde şuan "eşcinsel" dediğimizde gerçekleşen çıkarsamaları kapsayan bir kavram veya anlam dünyasının geçmişte doğrudan karşılığı olmamasını ele almakta. Modernizmin tanımlı kılma çabasının bir getirisi olan kimliklenmenin geçmişte varoluşsal bi yerden ziyade daha eylemsel bir tanım üzerinden kullanıldığını görüyoruz. Bilimsel düşüncenin yükselişinden hemcinsel eylemlilikler de nasibini almış ve insan üretimi bir algı ve tanımla batı tarafından etiketlenmiş. Yazıda Foucault'dan alıntılarla cinselliğin salt gerçekliğinin ötesinde, insanın algı ve söylem faktörüyle farklı gerçekliklere taşınmasından bahseder. Bu faktörlerde etkili olan tarihsel zaman ve mekan da bizi genellemeler yapabilmekten alıkoyar. 

Hemcinsel yakınlaşmalara dair tarihi metinlerde geçenleri bizim şuan anladığımız gibi anladıklarını düşünmek muhakkak yanılgı olur. Tarihsel metinlerde çiftler arasında keskin bir rol dağılımı dikkati çekmektedir. Yetişkin erkek ve genç erkek bu rollerden en belirginidir.  Bunların hepsinde işe bir zevk meselesi, bir şahsî tercih olarak yaklaşılmakta, herhangi bir değer yargısı yahut kınama söz konusu olmamaktadır. Ancak bir erkek yetişkinliğe erdiğinde pasif olmayı arzulaması bunun dışındadır. Aktif ve pasif arasındaki farkın, cinsel ilişkiye girilen kişinin cinsiyetinden daha önemli olabileceğini, bu nedenle de “eşcinsellik” kavramının bazı bağlamlarda açıklayıcı olmadığını görüyoruz.

Nitekim yazılan şiirler ve metinleri her zaman bir eylemliliğe dayandırmak da doğru bir sonuç vermeyebilir. Hemcinsler arası sosyalleşmenin yaygın olduğu toplumlarda (eştoplumsal), fiziksel olarak erkeklere erişimleri daha mümkündür. Aynı zamanda paylaşımları daha fazla olduğu için daha tatmin edici ilişkiler kurması da muhtemeldir. İslamî gelenekten kadınlardan veya kendi eşlerinden bahsetmeleri de ayıp karşılandığı için bu aşk söyleminin öznesi de ataerkil bi toplum gereğinden erkek olmuştur. Metinde ilahi bir güzelliği övmenin hakkıyla da bir erkeğe duyulan aşk ve ilgiden bahsedebilmenin mümkünlüğüne örnekler verilmiştir. Kadınlar arası yakınlaşmalara dair yazılar bulunsa da, muhtemelen üretimde bulunan kişilerin erkek olması içeriği daraltmaktadır. En nihayetinde kolonileşme ve küreselleşmeyle artan batı etkisiyle bu metinlere yönelik algının fobikleşmesi, objektif bir perspektiften değerlendirmek yerine iktidarın ideolojisine göre yorumlanmaya çalışılması sağlıklı bir mukayese yapmamız için de bir engeldir.

Yazıda kısa tanımlarla geçtiğim ifadeler bir çok örnekle çeşitlendiriliyor. Şimdiden keyifli okumalar diliyorum.